İçeriğe geç
Anasayfa » Türk Edebiyatı Abartılıyor

Türk Edebiyatı Abartılıyor

Türk Edebiyatı liseden hatta ortaokuldan bile duyduğum ve haberdar olduğum bir husustu. Pek çok öğrenci de benim gibi duymuştu. İlkokul ve ortaokul boyunca okuduğum kitaplar belliydi. O zamanlarda Türk Edebiyatı hakkında çok bir şey bilmiyordum. İlkokuldaki sıradan bir öğrencinin okuduğu başat kitaplar takdir edersiniz ki aşağı yukarı her yerde aynıydı. Neydi onlar? 100 Temel Eser, Dünya Klasiklerinin basitleştirilmiş versiyonları, Ömer Seyfettin, Jules Verne ve diğerleri. Bu liste uzar da gider ama ben aklıma ilk gelenleri yazdım. Bunların dışında çocuklar için hikâye yazan kalemi belli bir seviyenin üstünde yazarlar vardı. İlkokulda çok okurdum ve okuduğum kitapların birçoğunu hâlâ saklıyorum. Onca okuduğum kitabın arasından beni en çok etkileyenler Ömer Seyfettin’inkiler olmuştu zira bir çocuğa çok uygun değillerdi. O yaşlarda Falaka gibi bir eseri okumaya kalktığımda gerek üslubundan gerekse de kitabın kapağından epey ürkmüştüm ve yarıda bırakmıştım. Yine Kaşağı ve diğer öyküleri de beni etkilemişti. Don Kişot da güzeldi fakat ne okuduğumu ve ne olduğunu neredeyse hiç hatırlamıyorum. Şimdi düşünüyorum da o zamanlar böyle ağır eserleri bizlere neden okutmuşlar ya da okumamıza izin vermişler? Ne kadar basitleştirsek de Ömer Seyfettin ya da Don Kişot yaşımıza uygun değildi. Hele altmış dört sayfalık Sefiller kitabım baştan aşağı bir komediydi. Altmış dört sayfa Sefiller olur mu hiç?

Kaynak: Yeni Tanin

Ortaokulda daha kalın kitaplar okumaya başlasam da edebiyat namına bir şey okumuyor, bildiğim yoldan devam ediyordum. Fantastik, tarih ve popüler bilim bana edebiyattan daha zevkli geliyordu. Yaşıtlarım romanlara başlamasına rağmen ben hâlâ “o kadar uzun kitap okuyamam.” diyordum. Ortaokulun sonunda yabancı yazarlardan da olsa gerçek roman okumaya başladım. Liseye geçince ise Türk Edebiyatı ile tanıştım.

Hoş Geldin Türk Edebiyatı

Liseye geçtik mi geçtik Türkçe diye bildiğimiz ders oluverdi Türk Dili ve Edebiyatı. Önceden ne güzel metin okuyup dil bilgisi çalışıyorduk. Şimdi başımıza yazarlar, dönemler ve akımlar çıkmıştı. Özellikle fen lisesinde okuyan sayısalcılar olarak biz bu kavramlara pek uzaktık. Öğrenmek gibi bir gayemiz de yoktu ve olmayacaktı. Kitap okumaya bayılan ben bile edebiyatı çok sevmezdim. Benim için haftada iki saat olsa yeterdi. Ana meseleye dönecek olursam burada öğrenmiştim: Roman nedir, deneme nedir ve bunların ilk örnekleri nelerdir? Akabinde bunlar biz Türklere nasıl geçmiştir ve öncüleri kimlerdir? İlk naturalist roman, ilk deneme, ilk tiyatro vesaire birçok örnek vardı. Tanzimat Dönemi, Servet-i Fünun ve Cumhuriyet Dönemi de işin başka bir kısmıydı. Kimi yazarlar durum öyküsü yazardı( Sait Faik Abasıyanık) kimisi ise olay öyküsünde iyiydi( Ömer Seyfettin). Farklı dönemlerden ve farklı akımlardan sayısız yazar öğrendik. O zamanlar bunlar her ne kadar sevmesek de bizim için üst seviyedeki insanlardı. Halka yön vermiş ve toplumu etkilemiş kişilerdi. Bize öğretilen toplumcu yazarlar öyleydi en azından. Ne zaman ki kendim okuyup tecrübe ettim o öğrendiğim yazarları, işte o vakit bir şeyin net olarak ayırdına vardım. Birkaç yazar ve okuduğum güzide eser hariç Türk Edebiyatı kendini tekrar eden ve oldukça sığ bir yapıya sahipti. İnsanlar gerçekten de abartıyorlardı ya da bende öyle bir algı oluşmuştu. Birkaç senedir Türk Edebiyatı okuyorum ve diğer edebiyatlardan farklı. Jack London, Zweig ve Orwell okumuş biri olarak şunu söyleyebilirim: Zweig ve Orwell de genelde aynı örüntüde yazıyor. Birkaç tane Zweig okumuş birine rastgele bir Zweig kitabından paragraf okutun. Eminim ki okuyucu bunun Zweig olduğunu anlayacaktır. Orwell de aynı biçimde yaşadığı deneyimleri ve kendi fikirlerini eserlerine aktarmıştır. Bizim edebiyata gelince ise bir iki yazarda değil birçok yazarda aynı olay örgülerini, aynı çatışma unsurlarını ve belli tiplemeleri görürüz.

Jack London

Kaynak:https://jacklondonpark.com/jack-london-biography/

Mesela romantizm akımından etkilenmişler kişiler hep belli basmakalıp öyküleri ve romanları yazarlar. Bunların bir kısmı da diziye uyarlanmış. Bir kitap alıp okuyorum ve bakıyorum: İçinde yine aşk var! Başka bir kitap alıp okusan yine içinde aşk var. Belli bir dönemde yazılmış eserlerin çoğu birbirini tekrar ettiği için de olacak olayları tahmin etmeye başlıyorsunuz ve bu da sizi sıkıyor. Başka bir eserde ise kuzenlerin birbirine olan aşkı anlatılıyor. Başka insan mı kalmadı?

Toplumcu yazarlarda ise verilmek istenen mesajlar birbirine çok benziyor. Köylüler ya aşağılanıyor ya da kötü olarak gösteriliyor. Çatışma cahil-okumuş, işçi-işveren, fakir- zengin arasında dönüyor. Sanat toplum içindir fikrini şiar edinmiş olanların böyle yazması gayet normal fakat arada da bunun dışına çıkın. Belki de çıkıyorlar lakin ben o kadar Türk Edebiyatı okumadığım için henüz göremedim.

Bütün bunların dışında sevdiğim bir Türk yazar var: Hüseyin Rahmi Gürpınar. Üslubuna alışmış olsam da ve işlediği konular mantık olarak aynı olsa da diğer yazarlardan farklı işler yaptığına inanıyorum. Toplumun yanlış yönlerini mizahi bir dille ele alması benim çok hoşuma gitti. Ayrıca yine sevdiğim eserler de oldu tek tük.

Günün Sonunda

Her ne kadar şahsi düşüncem Türk Edebiyatı’nın abartılıyor olması olsa da bir yazar adayı olarak ne zaman bir Türk Edebiyatı okusam onlarla aramdaki farkı daha net görüyorum. Bir Sabahattin Ali bir Yaşar Kemal olmak kolay değil. Bu denemeyi daha çok kitap okudukça ve tecrübe edindikçe güncelleyeceğim.


Abdurrahman ATABAŞ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir