Barışçıl Direnişin Gücü: 3.5% Kuralı

Küçük topluluklar genelde kale alınmaz, halk tarafından umursanmaz fakat bu durum halkın %3,5 ‘una ulaştığınız zaman değişiyor ve barışçıl eylemler silahlı gösterilere göre iki kat daha başarılı oluyor. Ülkenin nüfusunun yüzde üç buçuğuna ulaşan hiçbir protesto sonuçsuz kalmıyor, değişim yaratıyor.

Çeşitli Örnekler

Gerek 1986’da gerçekleşen Filipinler’in Marcos rejimini çöktürmesi olsun gerek kansız “Gül Devrimi” olsun hepsi bu kurala uyarak başarıya ulaştı. 2003 yılında protestocular ellerinde güllerle parlamento binasına yürüdüler ve Eduard Şevardnadze’yi barışçıl yollarla devirdiler. 2019 yılında ise Sudan ve Cezayir başkanları, barışçıl direniş kampanyaları sayesinde onlarca yıl görevde kaldıktan sonra istifa edeceklerini duyurdular .

Sıradan halkın gerçekleştirdiği sivil direniş, siyasi elitleri geride bırakarak köklü değişimler yaratmayı her durumda başardı.Elbette, şiddet içermeyen stratejileri kullanmanın birçok etik nedeni var. Ancak Harvard Üniversitesi’nden siyaset bilimci Erica Chenoweth tarafından yapılan etkileyici araştırmalar gösteriyor ki sivil itaatsizlik sadece ahlaki bir seçim değil, aynı zamanda dünya siyasetini şekillendirmenin en güçlü yolu – hem de açık ara farkla.

Son yüzyıldaki yüzlerce kampanyayı inceleyen Chenoweth, şiddet içermeyen hareketlerin, şiddet içeren hareketlere kıyasla hedeflerine ulaşma olasılığının iki kat daha fazla olduğunu ortaya koydu. Her ne kadar sürecin dinamikleri birçok faktöre bağlı olsa da, araştırmaları gösteriyor ki toplumun yaklaşık %3,5’inin aktif olarak protestolara katılması, ciddi siyasi değişimler için yeterli.

Chenoweth’in bu bulgularının, Extinction Rebellion gibi hareketleri doğrudan etkilediği görülmüş. Hareketin kurucuları, onun araştırmalarından ilham aldıklarını açıkça dile getirdiler. Peki, Chenoweth bu sonuçlara nasıl ulaştı?

Kaynak: Getty Images

Harvard’lı siyaset bilimci Erica Chenoweth, şiddetsiz direnişin yani barışçıl eylemlerin silahlı mücadeleden daha etkili olup olmadığını araştırırken başta bu fikre şüpheyle yaklaşıyordu. Ancak, 1900-2006 yılları arasındaki 323 şiddetli ve şiddetsiz protestoyu analiz etti.Gördü ki barışçıl protestoların başarı oranının iki kat daha fazlaydı.

Araştırmalarında, bir hareketin başarılı sayılabilmesi için hedeflerine bir yıl içinde ulaşması ve doğrudan kendi eylemlerinin sonucu olarak rejim değişikliğini sağlaması gerektiği belirtildi. Şiddetsiz direnişin etkisini objektif olarak değerlendirmek için kriterleri oldukça katı tuttu. Hatta Hindistan’ın bağımsızlık hareketi, İngiltere’nin askeri kaynaklarının tükenmesi de etkili olduğu için analizde şiddetsiz protestolar lehine bir kanıt olarak kabul edilmedi.Bu çalışma, Extinction Rebellion gibi modern aktivist hareketleri doğrudan etkiledi ve sonuçları “Why Civil Resistance Works” adlı kitapta yayımlandı.

Sayıların Gücünü Küçümsemeyin

Yine Chenoweth’in araştırmasına göre, barışçıl protestolar, şiddet içerenlere kıyasla iki kat daha fazla başarıya ulaşıyor. Barışçıl protestoların %53’ü siyasi değişim sağlarken, şiddet içeren protestolarda bu oran yalnızca %26.

Bu farkın en büyük nedeni, şiddetsiz hareketlerin çok daha geniş bir kitleyi harekete geçirebilmesi. Daha fazla insanın katılımıyla, toplumsal hayatın ve şehirlerin işleyişi felç edilebiliyor, bu da değişimi zorunlu hale getiriyor. Araştırmada incelenen en büyük 25 protestodan ya da eylemden 20’si şiddetsizdi ve bunların 14’ü tamamen başarılı oldu. Ortalama olarak, barışçıl olanlar 200.000 katılımcı çekerken, şiddet içeren kampanyalarda bu sayı 50.000 civarında kaldı.

Örneğin, Filipinler’de Marcos rejimine karşı düzenlenen “Halk Gücü Hareketi” iki milyon kişiyi bir araya getirdi. 1984-85 Brezilya ayaklanmaları bir milyon, 1989 Çekoslovakya’daki Kadife Devrimi ise 500.000 kişiyle gerçekleşti.

Filipinler’deki Halk Gücü gösterilerinden Kaynak: Getty Images

Neden Barışçıl Olmalı

Chenoweth, araştırma sonuçlarının kendisini başlangıçta şaşırttığını kabul ediyor. Ancak şimdi, şunu savunuyor: Barışçıl protestoların daha fazla destekçi çekmesini sağlayan birçok faktör mevcut.

En belirgin nedenlerden biri, şiddet içeren hareketlerin kan ve çatışmadan korkan insanları doğal olarak dışlaması, oysa barışçıl protestocuların ahlaki üstünlüğünü koruyabilmesi. Ayrıca, şiddetsiz protestoların katılım için fiziksel engelleri daha az. Bir grev veya oturma eylemine katılmak için fiziksel olarak güçlü ve sağlıklı olmanıza gerek yok ancak silahlı hareketler genellikle genç ve güçlü erkeklere dayanıyor.

Tabii ki, şiddetsiz protestolar da büyük riskler taşıyabilir (örneğin, 1989 Tiananmen Meydanı olayları), ancak Chenoweth’e göre bu tür eylemler daha açık bir şekilde tartışılabiliyor. Bu da onların daha geniş bir kitleye ulaşmasını sağlıyor. Şiddet içeren hareketler ise silah tedariki gerektirdiği için daha gizli ve yeraltı örgütlenmelerine bağımlı. Nitekim bu da kitlesel desteği zorlaştırıyor ve halkın benimsemesini güçleştiriyor.

Sadece Barışçıl Olması Yetmez

Barışçıl protestolar, şiddet içeren çatışmalara kıyasla iki kat daha başarılı olsa da, yine de %47 oranında başarısızlıkla sonuçlanabiliyor. Chenoweth ve Stephan’a göre bunun en büyük sebebi, bazı hareketlerin yeterince destekçi toplayamaması veya baskıya karşı dayanıklılık gösterememesi. Mesela, 1950’lerde Doğu Almanya’da komünist partiye karşı düzenlenen 400.000 kişilik protestolar (%2’lik katılım oranı) başarısız olmuştu.

Chenoweth’in araştırmasına göre, bir hareketin kesin olarak başarıya ulaşabilmesi için nüfusun en az %3,5’inin aktif olarak katılım göstermesi gerekiyor. Ancak bu seviyeye ulaşmak oldukça zor. Örneğin, Birleşik Krallık ’ta bu oran 2,3 milyon kişiye, ABD’de ise 11 milyon kişiye denk geliyor ki bu, New York City’nin toplam nüfusundan bile fazla! Türkiye’de ise bu 3 milyon insana denk geliyor.

Kapanış

Chenoweth ve Stephan’ın 2011 yılında yayımlanan araştırması, sivil direniş üzerine yapılan çalışmalarda büyük bir etki yarattı. Kopenhag Üniversitesi’nden Isabel Bramsen ise, şiddetsiz hareketlerin şiddet içerenlere kıyasla çok daha başarılı olduğunun artık alandaki yerleşik bir gerçek olduğunu belirtiyor.

Bramsen, “3.5% kuralı”nın küçük bir azınlığı temsil etmesine rağmen, bu seviyede aktif katılımın toplumda çok daha büyük bir destek anlamına gelebileceğini söylüyor.Günümüzde araştırmacılar, bir hareketin başarıya ulaşmasını veya başarısız olmasını belirleyen diğer faktörleri araştırmaya devam ediyor. Bramsen, eylemciler arasındaki birlikteliğin kritik bir faktör olduğunu vurguluyor.

Bu yazıyı BBC’nin bir yazısından Türkçeye çevirip size özet olarak sundum. Onlar da Harvard Üniversitesi’nden Chenoweth’in makalesini delermişler. Sayıları küçük görmeyelim ve onların hayatımızdaki etkilerini dikkate alalım. Şiddet içeren ve halk tarafından benimsenmeyen protestolar yerine barışçıl protestoları tercih edelim.

Kaynakça

  • Robson, D. (2023, March 3). The “3.5% rule”: How a small minority can change the world. https://www.bbc.com/future/article/20190513-it-only-takes-35-of-people-to-change-the-world


Abdurrahman ATABAŞ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Scroll to Top