Üniversiteler hem dünyanın pek çok şehrinde hem de bizim her ilimizde bulunmaktatır. Peki, üniversite nedir? Ne olmalıdır? Ne zaman ortaya çıkmıştır? Etimolojik olarak “Üniversite” sözcüğü “universitates” kavramının evrilmesi ile oluşan Latince kökenli “universitas” kelimesinden gelmektedir. Universitas lonca kelimesinin karşılığıdır. Lonca ise bağımsız ve ortak menfaatleri olan insan topluluğudur. Üniversiteler Orta Çağ’da ortaya çıkmış olsalar da o günkü universitas kelimesi bugünkü modern üniversite yerine geçmiyordu. Daha çok öğrencilerin ve öğretmenlerin loncasıydı.Orta Çağ Avrupa’sında, modern anlamdaki üniversiteye “Studium Generalle” kavramı denk düşmektedir(Rukancı ve Anameriç, 2004). Uzun yıllar kullanılan bu kavram modern üniversite tanımına daha çok uymaktaydı.
Bu yazıda önce üniversitelerin tarihini ve gelişim süreçlerini kronolojik bir şekilde anlatacağım. Daha sonra ise üniversitelerin Türkiye’deki durumuna değineceğim. Bu kısımda kendi düşüncelerimi de sizlerle paylaşacağım. Tarih kısımlarıyla vakit kaybetmek istemeyenler direkt Türkiye bölümüne geçebilir.
İlk Üniversiteler
Avrupa’da kurulan ilk üniversiteler bilindiği üzere Bologna,Paris ve Oxford idi. Ne zaman ortaya çıktıkları kesin olarak bilinmese de yaygın görüş Bologna’nın ilk üniversite olduğudur. Fas’ta kurulan Karaviyyîn Üniversitesi’ni ise ilk üniversite olarak kabul edenler vardır. Bologna’nın kuruluş tarihi 1088 olarak kabul edilir. Paris Üniversitesi 1150, Oxford ise 1167’de kurulmuştur. Bu üniversiteleri ilginç kılan özellikleri finansmanları olmuştur. Bologna öğrenci loncası tarafından kurulmuştur ve öğretmenlerin maaşlarını öğrenciler ödemiştir. Paris’te ise öğretmenler loncası üniversiteyi kurmuştur ve kilise üniversiteyi finanse etmiştir. Oxford ise devlet tarafından finanse edilmiştir. Bologna Üniversitesi’nde öğrenciler söz sahibi olurken Paris Üniversitesi’nden öğretmenler rahatına bakmıştır. Kilise sebebiyle teoloji alanında uzmanlaşmışlardır. Bologna daha seküler bir yaklaşım sergileyip hukuk alanında ileri gitmiştir. Daha sonra arkalarından kurulan üniversitelerle beraber her biri farklı alanlarda uzmanlaşmıştır.
14. ve 15. yüzyılda üniversiteler Avrupa geneline yayılmıştır ve sayıları 63’ü bulmuştur. O dönemlerde devlet ya da yerel yönetimler tarafından kuruldular. Üniversitelerin özerk olma durumu ise bu zamanlarda ortaya çıkmış, dini kurumların ve yerel yönetimlerin müdahalesi engellenmiş devletinki ise kısıtlanmıştır.
Orta Çağ’daki üniversiteler günümüz üniversitelerinin temelini inşa etmiş olsalar da çağdaş üniversitelerin eğitim anlayışıyla uyuşmadılar. Bu üniversitelerin başat gayesi eğitim idi. Bu eğitim de eski Yunan ve İslam kaynaklarının öğretilmesine dayanıyordu. Öğrenciler eski bilgileri tekrar ediyor ve retorik öğreniyordu.
Rönesans Döneminde Üniversiteler
Orta Çağ üniversiteleri ve Rönesans dönemi üniversiteler belli açılardan farklılık gösteriyordu. Orta Çağ üniversitelerinin özerkliği Orta Çağ’ın son dönemlerinde mevcut koşullar yüzünden azalmıştır. Rönesans döneminde üniversitelerdeki disiplin ve uzmanlaşma artmıştır. Örnek olarak şiir, etik, tarih, coğrafya, kimya, jeoloji, meteoroloji, doğa tarihi, iktisat, botanik, fizik gibi konular bu dönemde eklenmiştir(Burke, 2000: 99- 103). Yine bu dönemde mevcut üniversitelerin sayısı artmıştır. Bu sayı Avrupa’da 190’a ulaşmış ve Amerika’da ise 50’yi geçmiştir. Ne varki bu artış sadece nicelik ile sınırlı kalmıştır.
Orta Çağ toplumu her ne kadar bölünmüş olsa da üniversiteler kozmopolit ve ulus üstü kurumlar olarak gelişmiştir. Yaşanan ırk ya da mezhep kaynaklı çatışmalara rağmen üniversiteler arasında geçiş mümkündü. Orta Çağ’ın sonlarında ise yaşanan gelişmelerden dolayı üniversiteler yerel güçlere daha bağımlı gelmiştir. Katolikler ve Protestanların rekabeti birçok üniversitenin kurulmasına yol açmıştır.
Üniversiteleri yerel güçlere bağımlı hale getiren diğer ve belki de etkili sebep mali ihtiyaçların artmasıdır. Üniversite gelirleri dahili ve harici olmak üzere iki dalda incelenebilir ama ben o kadar detaya girmeyeceğim.
Rönesans döneminde üniversitenin misyonu ile ilgili atılan en büyük tohum ulusallaşmadır. Üniversitelerin ulus devletin yönetimine hizmet eden, ulusal kültür ve değerlerin oluşumuna katkıda bulunan kurumlar olarak görülmesinin (Scott, 2004) temelleri bu dönemlere dayanır.Bilhassa Fransa, İngiltere, İspanya ve Latin Amerika, devlete daha verimli hizmet etmeleri için, üniversiteleri ulusallaştırmıştır (Scott, 2006; Domonkos, 1977).
Grandes Ecoles
Fransız Devrimi’ne kadar üniversiteler anlatıldığı üzere benzer şekilde örgütlenmişler ve temel fakültelerde eğitim vermişlerdir. Ancak 19. yüzyılda Fransa, Grandes Écoles adı verilen yeni bir yükseköğretim modeline geçmiştir. Bu modelin temel amacı, ulusal kalkınma için gerekli nitelikli insan gücünü yetiştirmektir. Mühendislerden filozoflara, veterinerlerden bürokratlara kadar her alanda uzman yetiştiren bu okullar, araştırmadan çok mesleki eğitime odaklanmıştır.
Napolyon döneminde, üniversiteler merkezi devlet kontrolüne alınmış ve özerklik yerine katı bir hiyerarşi benimsenmiştir. Müfredat, derecelendirme ve hatta öğretim üyelerinin görüşleri bile devletin belirlediği resmi doktrinlere uygun hale getirilmiştir. Üniversiteler, milli eğitimin bir parçası olarak görülmüş ve bürokrasiye bağlanmıştır. Eğitim birimlerinin başına, Milli Eğitim Bakanı tarafından atanan akademi rektörleri getirilmiştir.
Ne var ki bu modeli bütünüyle Napolyon’un eseri saymak doğru değildir. Devletin kontrolü, izole fakülteler ve seçkin üniversiteler genel olarak Aydınlanma Çağı’nın belirgin özellikleridir.
Grandes Écoles’lar, belirli alanlarda uzmanlaşmış (mühendislik, yönetim, askeriye vb.) ve giriş için hazırlık eğitimi ve zorlu sınavlar şart koşulmuştur. Bu sistem, Aydınlanma dönemi etkilerini taşımakla birlikte, Napolyon’un merkeziyetçi politikalarıyla şekillenmiştir. Fransız modeli, üniversitelerin devlet politikalarına hizmet etmesi anlayışını yansıtmaktadır.
19. Yüzyıl ve Modern Üniversiteler
1800’lü yıllara gelindiğinde farklı üniversiteler farklı yönelimler gösterseler de modern üniversite anlayışı şekillenmeye başlamıştır. Bu üniversitelerin temel aldığı konular ya da ilkeler:
- Akademik araştırmanın üniversitenin temel faaliyetleri arasında görülmesi;bilginin üretilmesi,
- Basit bir düzeyde bilgi aktarımından ziyade, düşünce ve tutumun formasyonu, değer aktarımını, yeteneklerin geliştirilmesini hedefleyerek,klasik yaklaşımları da modernize ederek, araştırma faaliyetleri sonuc uüretilen bilginin üniversite öğrencilerine aktarılması; bilginin yayılması
- Üniversitede üretilen bilginin, ekonomik dünyanın da içinde olduğu topluma sunulması; bilginin topluma sunulmasıdır.
Üniversiteler ruhban sınıfından kurtulup zenginlerin ve soyluyların okuyabildikleri yerler haline gelmiştir. 19. yüzyıl üniversitelerin halkla buluşması noktasında önemli bir dönem olmuştur. Oxford ve Cambridge gibi üniversiteler ise halka açılmakta geç kalmış ve bu durum onların bilimsel araştırmalarda geri kalmasına sebep olmuştur. Modern üniversite dediğimiz kavramı inşa eden Wilhelm von Humboldt’tur. Alman idealizmini örnek alarak yaptığı bu reformla Amerika ve Japonya’yı da etkilemiştir. Humboldt’a göre modern üniversite kavramında etken belli unsurlar vardı. Üretilen bilginin eğitimsel bir değer ifade etmesi başlıca olanıydı. Bunun yanında eğitim ve araştırma için özgürlük, bilimin tekliği ve araştırma gerekliliğine bağlılık da diğer unsurlardı. Bilgiyi korumak,üretmek ve iletmek üniversitenin sorumluluğudur.
Humboldt’a göre üniversitenin sahibi devlet değil millettir. Ona göre doğa bilimleri kadar sosyal bilimler de önemlidir. Üniversitelerde öğrenci kendi araştırmasını kendi üstlenmelidir. Profesörler öğretmen değil birer yol gösterici ve danışman olmalıdır. Müfredat konusunda öğrenciler özgür olmalıdır. Bunun yanında elbette zorunlu dersler de olacaktır. Ne var ki Alman idealistlerine göre üniversite eğitiminin temel amacının devlete hizmet edecek memurlar yetiştirmek değil, “özneler” yetiştirmek olduğudur. Bu kısım mühimdir. Üniversitelerin amacı memur yetiştirmek değil kendine yetebilen bireyler yetiştirmektir.

Humboldt Kaynak: Wikimediacommons
Türkiye’deki Durum
Başrolün sahneye çıkma zamanı geldi sonunda. Üniversite kültürünün bize gelmesi epey zaman aldı. Bilindiği üzere Osmanlı Aydınlanma Çağı ile beraber Batı’nın gerisinde kalmıştı. Buna çözüm arayan yenilikçi padişahlar farklı çözümler geliştirdi. Yeniliklerin bir kısmı da eğitimde yapıldı ve yeni mektepler açıldı. Yeni mektepler açılmasına rağmen Batı tarzındaki ilk üniversitelerimizin ne zaman kurulduğu hakkında akademi camiasında bir fikir birliği yoktur. Prof. Dr. İrfan Erdoğan’a göre 1863 yılında fizik, kimya, astronomi,
coğrafya ve jeoloji gibi konularda halka açık olarak başlatılan konferanslarda ilk üniversitenin (Darülfünun) temelleri atılmış oldu ve 1869 Maarif-i Umumiyesi’nde bölümleri ve çalışma şekli ortaya konmuş olan Darülfünun 1870 yılında kendi binasında törenle açıldı(Erdoğan, 2004, 4). Özarslan’a göre ise Batı tarzında eğitim veren ilk yer Mühendishane-i Berr-i Hümayun ile günümüzdeki İstanbul Teknik Üniversitesinin kökenini oluşturan Mühendishane-i Bahr-i Hümayundur. Daha sonra 2. Mahmud döneminde ise Tıbbiye ve Harbiye kurulmuştur ve bunlar yüksek öğretim kurumlarıdır.
İlhan Tekeli’ye göre ise bu süreç önce askeri okulların daha sonra tıbbi okulların ve Darülfünun’un açılması ile devam etmiştir.
Resmi olarak üniversitelerin kurulması ise Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleşmiştir. Bu anlamda kurulan ilk üniversite İstanbul Üniversitesi olmuştur. 1933 yılında meclisten geçen 2253 sayılı kanunla Darülfünun İstanbul Üniversite’sine dönüşmüştür. Daha sonra İstanbul Teknik ve Ankara üniversiteleri kurulmuştur. 1950 yılına kadar olan üniversiteler bunlardır. Devamında ise Karadeniz’in önemli bir şehri olan Trabzon’da 20.05.1955 gün ve 6594 Sayılı Kanun ile Karadeniz Teknik Üniversitesi, aynı yıl Ege Bölgesi’nin önemli merkezi İzmir’de 1955 yıl ve 6595 Sayılı Kanun ile Ege Üniversitesi kurulmuştur. Bunun akabinde Erzurum’da Atatürk Üniversitesi ve Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi kurulmuştur. 1967 yılında Hacettepe ve 1971 yılında Boğaziçi kurulmuştur. 1981 yılındaki atılıma kadar 1973’ten önce üç üniversite daha kurulmuş peşinden çeşitli üniversiteler de bölgelerini geliştirmek amacıyla açılmıştır.

1980-1990 yılları arasında da şu an nitelikli sayılabilecek üniversiteler kurulmuştur. Kantarın topuzunun kaçtığı nokta 1990 sonrasıdır. 1992 yılında bir günde yirmi dört üniversite kurulmuştur. Evet, tam yirmi dört üniversite. Bu saatten sonra üniversite sayısı artışa geçmiştir. Yeni yüzyılda da bu trend devam etmiştir ve günümüzdeki manzara ortaya çıkmıştır. Her ilimizde en az bir üniversite vardır artık. Bütün Karadeniz’e yetsin diye kurulan KTÜ parçalara ayrılmıştır. İnsanların ve özellikle de genç kesimin şikayetçi olduğu nokta da budur: Niceliğin niteliğin önüne geçmesi. YÖK’e göre Türkiye’de 208 üniversite vardır. 208 bize fazla geliyor olsa da bu sayı Almanya’da çok daha fazladır. Onlarda olup da bizde olmayan nedir? Onlarda olup da bizde olmayan başat unsur üniversite kültürüdür. Avrupa gibi bir üniversite kültürümüzün olmaması bizi geriye çekiyor. Modern üniversitelerin Alman idealizmini temel alarak(ilerde belli revizyonlara gidiliyor tabi) oluştuğunu söylemiştim. Ülkemizde ise üniversiteler KPSS için adam yetiştiriyor. Bazı insanlarda memur olayım da rahatıma bakayım kafası mevcut. “Abi sen sırtını devlete yasla, gerisi kolay.” diyorlar. Şimdi bu adamlar da üniversite okuyor bir şeyler öğrenmek isteyenler de. Nasıl olacak bu iş?
Üniversite sınavına milyonlarca kişi giriyor. Bu işin nasıl olabileceği de bir miktar burada yatıyor. 3 milyon kişi sınava girse de bunların yarısı zaten bir yere giremiyor. Birkaç net yaparak bile yüz binlerce insanı geçebiliyorsunuz. Üç tane Türkçe neti yapan insan sınava neden girdi? Gerçekten üniversite mi okumak istiyor? Bu noktada ben üçe ayırabilirim insanları:
- Gerçekten okumak isteyenler( Genelde ilk 300k içindekiler)
- Sosyal hayat ya da öylesine okuyanlar
- Aileden kaçmak için okuyanlar
Bazıları sadece sosyal ortamı için üniversite okuyabiliyor. Arkadaş edinmek ya da bir ilişki bulabilmek için üniversiteye gelenler var. Amiyane bir tabirle kız için ya da üniversitede sürtmek için geliyorlar. Üniversite sevgili yapma ya da partileme mekânı değildir. Bunlar da olacaktır ama sırf bunlar var diye üniversite okunmaz. Bu hususta hatalı olan kesim de lise öğretmenleridir. Çocukları üniversitede “güzel bir hayatınız olacak, siz bir kapağı atın, istediğini yaparsınız.” diyerek kandırıyor, girdikleri yarış atı psikolojisinde sahte hayallerle uyutuyorlar. Tek yapabildiği çalışmak olan gençler(ilk kesim) de üniversitenin böyle olmadığını görünce hayal kırıklığına uğruyor sosyal ortam için gelenler gibi. İyi olan üniversitelerin çoğunda soyal hayat-ders dengesini kurmak zordur. Sosyal hayatı özgürce yaşayabileceğiniz üniversiteler orta-alt segment üniversitelerdir.
Aile baskısından kaçanlar ise bazen üniversitede kendini kaybedebiliyor ya da her şeyi tecrübe etme çabası yüzünden derslerden geri kalabiliyor. Bir adım geri gelip de büyük resme baktığımızda üniversiteye gerçekten kendini geliştirmek için gelenlerin oranı nedir? Üç yüz bin insanın beşte birini alsak bu sayı altmış bin yapar. Üç milyon insanda sadece altmış bin insan. Ne kadar acı öyle değil mi? Birçok derece yapmış öğrenci bile yeni bilgiler öğrenme ateşiyle yanmıyor. Tek dertleri para olmuş. Özellikle tıp okuyanlarda bunu çok görüyoruz. Neden tıp okudukları belli çünkü iş garantisi var. Kaçı gerçekten o alanı seviyor? Sevmedikleri bir işte sırf para uğruna okudukları için doktor olduklarında suratsız insanlara dönüşüyorlar. Utanmasalar hastaların yedi ceddine sövecekler. Çalışma şartlarınız zor ve sağlık sistemi belli buna bir şey demiyorum ama okurken bunu değerlendirerek oku. Bir de son zamanlarda patlamış olan bilgisayar ve yazılım mühendisleri var. En dandik üniversitede bile gidip bilgisayar mühendisliği okumaya çalışıyorlar. Bunların kaçı bu alana ilgili? Bir de gerçekten bilgisayar mühendisliği mi okuyorlar yoksa bilgisayar bilimleri mi? Zira bizim ülkede bir şeyin sonuna mühendislik eklediğin zaman havalı ve kıymetli oluyor. Zattiri zort mühendisliği temel bilimlerden daha iyi görülüyor. Peki, bu noktada ne yapmalı? Bölümler elden mi geçirilmeli? Bayburt Üniversitesi gibi üniversite sayılmayacak yerler kapatılmalı mı?
Üniversitelerin ne olduğunu ve işlevlerini biz belirliyoruz. Üniversitelerin kapatılıp kapatılmayacağına ya da geleceklerine biz karar veririz. Ben şahsen kötü üniversitelerin kapatılması taraftarıydım. Ali Nesin’in Akademiklink ile olan röportajı bu konu üstüne düşünmemi sağladı. Ali Nesin’e göre farklı üniversite tipleri olmalı. Felsefe ve mühendislik bölümleri aynı şekilde ele alınmamalıdır. Her ne kadar YÖK’ü eleştirsek de araştırma üniversiteleri olarak belirlenen bazı üniversiteler diğerlerinden ayrıldı. Hatta araştırma üniversiteleri de kendi içinde üçe ayrıldı. Burada araştırmaya daha çok vakit ve kaynak ayrılabilir. Aynı şekilde buradaki kontenjanların da azaltılması gerekiyor. Nitelikli ve gerçekten öğrenmeye aç insanlar bu tipte üniversitelere girebilmeli.
Bunun dışında kalan üniversiteler de derecelendirilebilir. Her üniversite aynı düzeyde eğitim vermiyor hatta bazıları yüksek lise diyebileceğimiz seviyede. Yüksek lisede okuyanın diploması ile ODTÜ’de okuyanınki bir olabilir mi? Bu üniversitelerin kapatılamayacağı belli çünkü orada okuyanlar mağdur olacak. Ayrıca Ali Nesin üniversitenin o şehre bir canlılık kattığını ve hiç olmazsa kültür seviyesini biraz yükselttiğini düşünüyor. Bazı gençlerin hiç okumamasındansa iyi kötü bir yerde okumasını daha evla görüyor. Bu tarz üniversitelerin yüksekokul olabileciğini söylüyor. Baktığımız zamanda üniversitelerin yarısından çoğu yüksekokul seviyesinde. Araştırma üniversiteleri dışındakileri derecelendirip kalanları da yüksekokula çevirmek bir çözüm olabilir. Tabi bu fikir ne kadar insana uyar orası bir tartışma konusu. Bir yandan bu konuda bir adım atılması gerektiği de ortada. Herkes üniversitede okuyamamalı. Eksi netleriyle girilen bölümler olmamalı ve daha nicesi.
İleri okumalar için kaynakçaya bakabilirsiniz, sonraki yazıda görüşürüz.
Kaynakça
- Academy, O. S. (2025, March 14). What are the 15 oldest universities in the world? Oxford Scholastica Academy. https://www.oxfordscholastica.com/blog/university-preparation-articles/what-are-the-15-oldest-universities-in-the-world/
- Burke, P. (2000). Bilginin Toplumsal Tarihi. Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
- Erdoğan, İ. (2004). Yeni Bin Yıla Doğru Türk Eğitim Sistemi. Sistem Yayıncılık.
- Hartwig, L. (2004). The integration of teaching and research in contemporary German universities. Bavarian State Institute for Higher Education Research and Planning. http://www.solent.ac.uk/rtconference/default.asp?level1id=11722
- Lupo, M. (1999). Reorganization of the public education system in the Kingdom of Naples during the French period. Journal of Modern Italian Studies, 4(3), 329-349.
- Öztunalı, Ö. (2001, April). Üniversiteler Tarihi ve Vakıf Üniversiteleri [Rapor]. İstanbul Kültür Üniversitesi.
- Reed, D. (2004). Universities and the Promotion of Corporate Responsibility: Reinterpreting the Liberal Arts Tradition. Journal of Academic Ethics, 2(1), 3-41.
- Rukanci, F. & Anameriç, H. (2004). Ortaçağda İlk Üniversiteler: Studium Generale. Felsefe Dünyası, 39, 170-186.
- Scott, J. C. (2006). The Mission of the University: Medieval to Postmodern Transformations. The Journal of Higher Education, 77(1), 1-39.
- Scott, P. (2004, September 2-5). Ethics “in” and “for” Higher Education. International Conference on Ethical and Moral Dimensions for Higher Education and Science in Europe, UNESCO-CEPES.
- Tekeli, İ. (1995). Eğitim. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 3). İletişim Yayınları.
Abdurrahman ATABAŞ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.