Yaşlı adam ne yapacağını bilemeyerek beceriksiz hareketlerle yerde debelenip duruyordu, akıl almaz bir biçimde korkmuştu. Ne ara bu kadar korkak olmuştu ki? Hâlbuki eskiden cesur bir adamdı. Risk içeren tonla karar almıştı ve kaybetmesine rağmen geri durmamıştı. Peki şimdi? Korkuyordu, hem de çok korkuyordu. Korktuğu kişi öyle masallardan ya da Alman folklorundan gelen mistik bir yaratık değildi sıradan bir insandı. Hakikatte o insandan değil ölümden korkuyordu tıpkı diğer herkes gibi. Şimdi ölüm ona hiç olmadığı kadar yakındı. Bu gerçeğin farkına varınca korkudan dizleri çözülmüş, yere düşmüştü. Yerde bir müddet durduktan sonra birden bir histeriye tutulmuştu. İşte, yerde debelenip duruyordu şimdi rezil bir biçimde. Değişik sesler çıkararak biraz süründükten sonra karşısında bir postal gördü. Nereye sürünmüştü de bu postalı görmüştü? Odadan çıkmış mıydı? Koridorda mıydı? Ya gelen oysa? Kafasını bu düşünceyle beraber korkuyla kaldırıp tepesinde dikilen adama baktı. Frederick, ifadesiz gözlerle tepeden onu süzüyordu. Frederick’in önünde çaresizce kapaklanarak ağlamaya başladı:
- Komutan Frederick! Yardım edin bana! Albert canıma kıyacak!
- Albert mi?
- Evet, beni tamamen ıskartaya çıkarmaya hazırlanıyor. Ben, bu örgütün kurucusuyum. Benim ekmeğimi yedikten sonra şimdi kabına pisliyor. Ne olur bana yardım et!
Frederick ifadesiz yüzünü değiştirdi ve gerçek hislerini açığa çıkarttı. Adama tiksintiyle karışık bir acıma duygusuyla cevap verdi:
- Maximillian! Sana olan son saygı kırıntılarımı da kaybetmek üzereyim. Ayağa kalk!
- Sen de mi? Sen de mi beni bırakıyorsun? Size para veren bendim! Amacınız önce beni sonra da Almanya’yı korumaktı. Siz ne yapıyorsunuz!? Burada devletçilik oynuyorsunuz!
- Merak etme bu işkenceye daha fazla katlanmayacaksın.
- Bu da ne demek oluyor?
- Albert senin fişini çekecek ve ben de bir şeye karışmayacağım.
- Nasıl karışmayacaksın? Nasıl!? Ben sanmıştım ki…
- Sen ne sanmıştın?
- Frederick! Senin böyle bir insan olmadığını biliyorum. Seninle tanıştığımız ilk günden beri senin diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştım. Sen sandığımdan da fazlasısındır.
- Belki de beni gözünde fazla büyütmüşsündür.
- Asla! Senin Albert’le aynı düşünmediğini ve onu yenebileceğini biliyorum, sen bundan daha fazlasısın. Sen, bana yardım edebilirsin.
- Albert’le fikir ayrılıklarımız olduğu doğrudur fakat onunla savaşmak bana ne kazandıracak ki? Örgütte ikilik çıkmasının bize ne yararı var?
- Sen bu olamazsın Frederick! Olamazsın. Benim tanıdığım hırslı adam nerede? Cevap versene bana!
- Sakin olsana be adam. Düzgünce ne olduğunu anlatmazsan çekip giderim buradan.
- Anlatıyorum ya işte anlamıyor musun? Albert beni öldürecek diyorum! Ben, ölmek istemiyorum!
- Seni öldüreceğini ben de biliyorum. Anlamıştım zaten böyle bir planı olduğunu onun. Örgüt içindeki nüfuzunu kuvvetlendirmek istiyor.
- Nüfuzu falan bırak şimdi. Bana bir şekilde yardım etmelisin Frederick. Hayatım boyunca hep başımın çaresine baktım bir şekilde. Gel gör ki artık iyice yaşlandım bu savaş yüzünden. Saçlarım döküldü, kansere yakalandım. Ölümü kabullendiğimi sanmıştım. Geldiğinde huzurla onu bağrıma basarım diye düşünmüştüm. Meğerki çok fena yanılmışım.
- Sen ölmeyi ne sanmıştın? Ölmek o kadar kolay bir iş değildir hele de günahların ağır basıyorsa.
Maximillian bu sözden sonra bir anlığına konuşmayı kesti, Frederick haklıydı hem de her kelimesine kadar.